Sözlük biçimiyle; ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi.
Peki, bugün unutulan erdemleriyle cumhuriyet millete ne verdi?
- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel baba evini gazetecilere gezdirirken diyor ki: İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana ‘Cumhuriyet nedir?’ diye sorarsanız, bize cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte. İslamköy’den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.
Cumhuriyet nedir?
Benzeri bir tarifi bir uçak seyahatinde başka türlü de yapmıştı Demirel. Uçağın penceresinden Anadolu’ya bakarken şöyle demişti:
“Bak şu kiremitleri görüyor musun? Cumhuriyet bu kiremittir. Şu göleti görüyor musunuz? Cumhuriyet işte budur? Bakın şu baraja… Keban’dır, biz yaptık. Bu cumhuriyet’tir. Şu fabrikaya bakarsınız, orada Cumhuriyet’i görürsünüz. Cumhuriyet; çimentodur, kiremittir, fabrikadır, yoldur, barajdır, kalkınmadır, refahtır.”
İki Yumurta Kaç Öğretmen Eder?
Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık 20 kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu…
Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur. 1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içerisinde öğretmen okuluna dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek…
Ali’nin elinde küçük bir sepet, sepetin içinde de 10 tane yumurta var. Evde para olmadığı için annesi ilçede satıp sınav için lazım olacak olan kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu 10 yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş.
Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok… Yaklaşık 20 kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve 10 yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar.
Kalemi de silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar. İkisi de başarmışlar ancak bilmedikleri bir şey var: Sınav iki gün…
Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken şimdi Hükümet Konağı önünde, neredeyse ağlamalı bir halde, geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı bir yukarı yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşam eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen 30 yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…”
10 yumurta iki öğretmen ediyor… 10 yumurta birçok yetişmiş filiz ediyor. Yetiştirilen onlarca öğretmen, kaymakam, mühendis ediyor 10 yumurta…
Cumhuriyet; köyden 10 yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen olduğu yönetimdir…
Cumhuriyet, Köy Enstitülerine yamalı elbisesiyle gelen gariban Elif’in kendisinden sonra gelecek nesilleri yetiştirecek Öğretmen Elif Hanım’a dönüşmesidir.
Cumhuriyet, Mardin Savur’da 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak doğan Aziz Sancar’ın kendisini eğitime adayıp Dünya’nın en prestijli bilim ödülü Nobel’i kazanmasıdır.
Sancar hakkında kendi ağzından şöyle bir hikâye anlatılır. “Mardinli ırgat çocuğuydum. Dedem, ağanın adamları tarafından öldürülüp mallarına el konulmuş. Atatürk, köyün ağasıyla birlikte ağaya yardım ve yataklık eden 21 kişiyi kurşuna dizdirmiş. Köye derhal okul kurulmuş. Ninem ise veremden ölmüş. Köyümüze bir de sağlık ocağı açılmış. Okulumuzdaki Türkay öğretmen sık sık kimseye kul köle olmamamızı öğütlerdi. İşte o okulda okuyan ırgatın oğlu Aziz Sancar, Kimya ödülü olan Aziz Sancar oldum. Ey Atatürk, sana minnettarım. Sen ebediyet ufkunda doğan bir güneşsin.” Cumhuriyet yetimin hakkını koruyandır.
Aziz Sancar diyor ki, “Annem Atatürk’ü çok severdi. Çünkü onun kendi hayatına getirdiği değişiklikleri görmüştü.” Cumhuriyet ve Atatürk, daha önce eşya değeri atfedilen kadına hak ettiği değeri verendir. “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın” sözleriyle Atatürk kadını sosyal hayatın içerisine dahil etti. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını İsviçreli kadınlardan 36, Fransız kadınlardan 11, Belçikalı kadınlardan 14 yıl önce elde ettiler.
Peki Atatürk’e göre Cumhuriyet nedir?
Bir gün Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi, iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk’e yaklaştığı görüldü. Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle:
-Beni tanıdın mı oğul? dedi. Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var; devlet demiryollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar, dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış… Ne olur bir kere de siz söyleseniz!
Atatürk’ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı… Yüksek sesle:
-Oğlunu almadılar mı? dedi. Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş… Çok iyi yapmışlar… İşte, Cumhuriyet böyle anlaşılacak…
Kadın, kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta coşku dolu bir sesle:
-İşte, Cumhuriyet’ten beklediğimiz netice… diyordu.
Maya tutmuş
Sıcak bir ağustos günü, öğle vaktidir. Atatürk Ulus’ta meşhur Karpiç lokantasında, yine her zamanki gibi, cam kenarındaki masasına oturmuş, kafasında bin bir düşünce, yoldan gelip geçenleri seyrediyor.
O esnada yolun karşı tarafındaki bir hareketlilik Atatürk’ün dikkatini çekiyor. Orta yaşlı biri yoldan gelip geçenlere sırtındaki ibrikle şerbet satıyor.
Göğsündeki namı olan yazıyı, sattığı soğuk şurubunu da metheder bir üslupla bağırıyor; “Erbabı bilir… Erbabı bilir…”
Atatürk hoşlandığı bu sahnenin baş aktörünün, yanına davet edilmesini istiyor.
Atatürk’ün huzuruna, çıkarılan şerbetçi biraz endişeli ve şaşkın halde; “Bana bir bardak şurup verir misin?” diyen Ulu Önder’e; öncesinde su aktararak daha da soğuttuğu şurup bardağını uzatır.
Ulu Önder, kendisine ikram edilen şurubu adeta bir dikişte bitirdikten sonra adamdan; sırtındaki ibriği yere bırakıp, karşısına oturmasını ister. Şerbetçi, bir an kendisini rüyada sanır, önce kaba etine bir çimdik atar, sonra hayal olmadığını anlayıp Ata’nın karşısına oturur.
Önce karşılıklı hatır sorulur; sonra Atatürk o kıvrak zekasıyla yekten “halkın, yeni ilan edilen Cumhuriyet rejiminden memnuniyetlerinin olup olmadığını” sorar.
“Türk milletinin büyük çoğunluğu memnundur Paşam!” cevabını alınca memnun olur.
“Peki; Cumhuriyet nedir sence?” diye farklı bir soru daha yöneltir ona.
Şerbetçi cahil bir köylü. Ne bilsin Cumhuriyet denilen şeyi. Ama Mustafa Kemal Paşa’ya mahcup olmayı da hiç istemez. Adeta bir anda değişim geçirir. Yerinde şöyle bir doğrulur.
Sonra da tane tane şunları söyler;
“Cumhuriyet… benim gibi bir garibanın; Türk Ulusu’nun kurtarıcısı olan Ata’sının masasında oturabilmesi, kısaca adam yerine konulmasıdır!”
Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, karşısında duran yaverine; o mavi gözleri çakmak çakmak bir şekilde şöyle der; “Maya tutmuş! maya tutmuş!”
Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir. – Gazi Mustafa Kemal Atatürk