Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

MÜSLÜMAN KİMDİR?

Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (asm)’ın “cevâmiü’l-kelim” olan, yani az kelimeyle çok büyük anlamlar ifade eden sözler söylemiştir. İşte bu güzel sözlerden birisi de Müslümanın kim olduğunu bizlere tanıtan şu veciz ifadesidir: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhacir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân 4-5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64-65)

Bu haberin fotoğrafı yok

İnsanın en çok kullandığı organların başında el ve dil gelmektedir. Çünkü insan eliyle ve diliyle etrafındakilere kötülük yapar, başkalarına zarar verir. Dil, sövmenin, kötü sözün, lânetin, gıybetin, iftiranın, kovuculuğun ve benzeri kötülüklerin vasıtasıdır.

El ise dövmenin, öldürmenin, yakıp yıkmanın, çalıp çırpmanın ve benzeri kötülüklerin vasıtası olan organımızdır. Dolayısıyla bu ikisine sahip olan kendine sahip olmaktadır.

Bazı kişiler vardır ki hem iyilik yapar hem de arkasından diliyle o insanları üzerler. Yani yaptığı hayrın hayrını koymazlar. Onun için önce dilinden sonra da elinden Müslümanların emin oldukları kişi, gerçekten olgun ve iyi Müslümandır, buyurulmuştur.

Diline hâkim olan kişinin kurtulduğu (bk. Tirmizî, Kıyâmet 50), Allah’a ve âhiret gününe iman edenlerin ya hayır söylemesi ya da sükût etmesi gerektiği (bk. Buhârî, Edeb 31) yine Peygamber Efendimiz (asm)’in tavsiyelerindendir.

Müslüman, dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir, bu yüzden onları sövmez, gıybet etmez, aralarına herhangi bir şer ve fesat sokmaya çalışmaz. Ayrıca onun elinden güvendedirler, bu yüzden onlara saldırmaz, haksız yere mallarını almaz ve bu türden bir şey yapmaz. Muhacir, yani asıl muhacir, Yüce Allah’ın haram kıldığını terk edendir.

Sahih olarak birçok hadis kaynaklarında geçen hadis-i şerifte, ideal Müslümanlardan, kötülüklerden sakınan, kendilerini tam bir güvenlik ve kurtuluş atmosferine kaptırmış samimi ve sadık müminler olarak bahsetmektedir. Bu insanlar, Müslüman ailelerde doğdukları için mümin veya Müslüman olduklarını iddia edenlerden tamamen farklıdır. Tüm yaşam tarzları, gerçek bir müminin samimiyetini yansıtmaktadır. Düşünceleri ve eylemleri bir mükemmellik göstergesidir; bu nedenle, “samimi bir mümin” denilince akla ilk olarak mükemmel bir Müslüman gelir. Bu hadiste tasvir edilen Müslüman’ın tarifi budur.

Hz. Peygamber’in diğer tüm sözlerinde olduğu gibi bu hadiste de her kelime büyük bir özenle seçilmiştir. El ve dile odaklanmanın elbette birçok nedeni var. Çünkü çevremizdekilere zarar vermenin iki yolu vardır. Başkalarına doğrudan veya arkalarından zarar verebiliriz. İnsanlara doğrudan zarar, eylemler yoluyla olur; Dolaylı zarar, yanımızda bulunmayan kişiye dil veya başka bir deyişle konuşma ile verilir.

Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber, dili veya konuşmayı elden (eylemlerden) önce zikretmiştir. Önce dilin zikredilmiş olması, hakaret etme, aşağılama, sövme, gıybet, iftira, bühtan, şikâyet, çekiştirme vs. gibi dille verilen zararların daha kolay ve yaygın olmasından dolayıdır. Yunus Emre’nin de dediği gibi;

Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz

Dilin vereceği zararlara karşı kendini savunmak, doğrudan fiziksel tacize karşı savunmaktan çok daha zordur. Bu nedenle Hz. Peygamber, konuşmayı veya dili fiziksel hareketlerden önce bahsetmiştir. Bu da Allah’ın bize vermiş olduğu değerin önemini göstermektedir; hatta diğer Müslümanların haysiyet ve itibarını korumak o kadar önemlidir ki, bir müminin hem diline hem de eline hâkim olması emrolunur.

Bir toplumda oluşan yozlaşma hayatın her alanını olduğu gibi iş ve ticaret hayatını da etki altına almaktadır. Ahlâkî yoksunluk en fazla iş, çalışma ve ticaret alanında gerçekleşmektedir. Bir yanda aldatılan müşteriler, işçinin hakkını vermeyen işverenler diğer tarafta ise aldığı ücreti hak etmeyen ve işi suistimal eden iş görenler var. Bu nedenle iş ve ticaret hayatının pek çok safhasında ahlâk dışı davranışlar görülmektedir. Ticaret ahlâkının en temel gereği de kazancın helal olmasına dikkat etmektir. Dolayısıyla iş ve ticarette dikkat etmemiz gereken en önemli husus; doğruluk ve dürüstlüktür. Alışverişte açık sözlü ve şeffaf olmak, yalan, hile ve aldatmadan kaçınmaktır. Çünkü ahirette yaptıklarından hesaba çekileceğine iman eden her Müslümanın kazancına haram katmamaya özen göstermesi beklenmektedir. Örneğin içki ve domuz eti gibi Allah`ın haram kıldığı şeyleri alıp satmak bir Müslüman için helal değildir. Yine faizli işlem yapmak, kumar oynamak veya oynatmak, müşteri kızıştırmak, hile yapmak, stokçuluk yapmak gibi topluma zarar veren ticari usulsüzlüklerden Müslüman tüccarların uzak durması da hem dini hem de ahlâkî bir sorumluluktur.

Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) pazarda gezerken bir buğday yığını görür. Elini içine sokar ve içinin ıslak olduğunu fark eder. Satıcıya nedenini sorar. Satıcı, efendim yağmur yağdı ıslandı der. Peki, ıslak kısmını üste koysaydın da alıcılar fark ederek alsalardı ya, der ve buyurur: “Bizi aldatan bizden değildir(Müslim, Îmân, 164)

Kötülüklerden uzak durmak, yasaklananları işlememek; emredilenleri yapmaktan daha önemlidir. Bu sebeple fazilet ve takvanın ölçüsü, emirleri yerine getirmekten ziyade, yasaklardan uzak durmaktır. Muhacir, dinin emirlerini hakkıyla yerine getirebilmek için, bu imkânı bulamadığı vatanını terk ederek, dininin emirlerini yaşayabileceği bir mekâna göç eden kimsedir. Buradaki anlamı ise, bu zahirî anlamı dışında, nefsin, şeytanın ve çevrenin davet ettiği kötülüklerden, haramlardan uzak durmak ve onları terk etmek  anlamına gelmektedir. Her iki gaye ile hicret etmek, yani kötülüklerden uzaklaşmak en büyük sevaplardandır.

Bu Hadisi şerif, Müslümanların haklarına ve mukaddes değerlerine diliyle ve eliyle zarar vermeyip saygılı olmayı, hiçbir şekilde kimseyi incitmemeyi iyi Müslüman olmanın şartı ve göstergesi kabul etmekte ve gerçek muhaciri, Allah’ın koyduğu yasaklardan uzak duran, onlara yaklaşmayan kişi olarak tanıtmaktadır.

Bu tespit, bir taraftan her yer ve zamanda sürekli hicret halinde bulunmanın mümkün olduğunu belirliyor, bir taraftan da Müslümanları incitmemeye özen gösteren, bu konudaki yasağa uyan kimsenin de o açıdan gerçek muhacir niteliğine kavuştuğunu ortaya koyuyor.

Bugün maalesef Müslümanlar olarak güvenirliğimizi hepten kaybettik. Son zamanlarda ülkemizde yapılan gıda denetimlerinde ürünlerin içerisine neler karıştırıldığına, insanların üç kuruş daha fazla kazanma uğruna sağlığımızla nasıl oynadıklarına hep beraber şahit olduk. Pazara gittiğimiz zaman meyve ve sebzelerin iyisi ve güzelleri ön tarafta sergileniyor. Birkaç kilo satın alıp eve gidince poşetten çürük ve kötülerinin olduğunu görüyoruz. Bir araba satın alacağımız zaman kusurları öylesine gizleniyor ki farkına bile varamıyoruz. Kendilerini savcı polis olarak tanıtıp insanları telefonla hipnoz ederek onların birikimlerine el koyanlar, birisinden borç alıp onu zamanında geri ödemeyenler, zor gününde kendisine kefil olduğu dostu tarafından yüzüstü bırakılanlar hep ahlaki çürümenin göstergesidir.

Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olmakla iftihar eden bizlerin şu soruları kendimize sormamız gerekiyor:

  1. Acaba ben Hz. Peygamberin tarif ettiği Müslüman mıyım yoksa nefsinin heva ve hevesine göre yaşayan biri miyim?
  2. Çevremdekiler benim kendilerine zarar vermemden eminler mi?
  3. Elimle ve dilimle başta ailem olmak etrafımdakilere ve diğer insanlara, hatta diğer canlılara zarar mı veriyorum, yoksa onlara iyilik yapıp güzel sözler mi söylüyorum?
  4. Kendime yapılmasını istemediğim bir kötülüğü başkalarına yapıyor muyum?
  5. Hakkım olmadığı halde bir şeye sahip olmak için haksızlık mı yapıyorum, yoksa hakkı ve adaleti mi gözetiyorum?

Bütün bu soruları her Müslüman kendi vicdanında tartıp Hz. Peygamber (sav)’in tarif ettiği Müslümanlığa ne kadar uyup uymadığını sorgulamalı ve kendini yargılamalıdır. Neticede “tam da beni tarif ediyor” diyebilenlere ne mutlu! Fakat “bütün bu kötü hallerden bende de var” diyenler “şu kısacık dünya hayatı için ahiretimi hüsran etmeye değmez” diyerek tövbe kapına sığınmalıdır.

Dolayısıyla dünya ve ahiret saadeti için iman, ibadet, ahlâk ve hayatın her alanında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i kendimize örnek almalıyız. Dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olmak istiyorsak İslâm’ın emir ve yasaklarına, koymuş olduğu ahlâk kurallarına uymak zorundayız. Ne mutlu ahlâkî yozlaşmadan korunarak güzel ahlâk sahibi olmaya özen gösterenlere!

 

 

Ahmet EFEOĞLU

Cezaevi Vaizi

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Gazete3.com.tr editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle Gazete3 sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz.