Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Ne Mutlu Türküm Diyene.

Bu haberin fotoğrafı yok

 

Türk İstiklal Harbi’nin en son ve en önemli aşaması olan Büyük Taarruz zaferi 102 yılı geride bıraktı.

Türk İstiklal Savaşı’nın en son safhası olan Büyük Taarruz 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle başlayan ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıyla Türk yurdunu ve milletini kurtaran büyük bir zafer sürecini işaret etmektedir. Tarih sayfasına şanlı zaferi yazdıran ise Türk askerinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün inanışı, azmi, gücü ve asla boyun eğmeyişi oldu. Kurtuluşun şehri Afyonkarahisar’da başlayan Büyük Taarruz’un anlamı ise başta Afyon halkının hemen sonrasında vatanın her karış toprağından zaferi kutlamaya gelen vatandaşların gözünde bambaşka…

Zafer meşalesinin yakıldığı Afyonkarahisar başta olmak üzere, Akşehir, Şuhut ve Dumlupınar güzergahındaki etkinliklere katılan Türkiye’nin dört bir yanından gelen vatandaşların heyecanından, gururundan bunu anlamak çok zor olmuyor.

Her geçen yıl katılım sayısının arttığı ve geçen yıllara nazaran her defasında farklı ve anlamlı bir atmosfere bürünen Zafer yürüyüşü bu sene de vatan ve millet aşkı ile yola düşen binlerce insanı kucaklayacak. Binlerce vatandaş 25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan (dün gece) gecede vatan için, bayrak için, canını hiçe sayarak Allah Allah edaları ile taarruza geçmeye hazırlanan Türk askerinin yürüdüğü yollardan zafer türküleri ve İstiklal Marşımızı okuyarak yürüyecek. Geçen yıl Sayın Valimiz Kübra Güran Yiğitbaşı bu tür etkinliklerin önemini Şuhut’taki her konuşmasında dile getirerek, özellikle “Tarihte yaşadığımız bu zaferleri ve bu anlamlı günleri daha fazla hatırlamak ve gençlerimize, çocuklarımıza daha fazla anlatmak gayemizi pekiştiriyor” sözüyle açıkça ifade etmişti.

İzmir’den, Kahramanmaraş’tan, Siirt’ten, Muş’tan, Manisa’dan, Sakarya’dan Kütahya’dan ve daha pek çok ilden Zaferin kazanıldığı toprak Afyonkarahisar’a gelen on binlerce vatandaş da çocuklarına anlatmak, büyük coşkuyu evlatlarına aktarmak için orada olduklarını söylediler. Gözlerde gurur, ağızlarda ise tek bir cümle vardı o da: Vatan Sağolsun’du…

Türkiye için tek gerçek var. Vatanı, milleti, bayrağı söz konusu olduğunda bir ve beraber olmaktan kaçınmaması. Bugün bu topraklarda yaşıyor ve bu şanlı zaferi kutlayabiliyorsak bu da Türk askerinin ve Türk milletinin yegane ve bitmeyecek olan inancı ile mümkün kılınmıştır. Ne mutlu bu ülkenin vatandaşı, bu ülkenin evladı, bu ülkenin askeri olana.

—                                                                                   —                                                                                                        —

Türk İstiklal Harbi’nin en son ve en önemli aşaması olan Büyük Taarruz zaferi 102 yılı geride bıraktı.

Türk İstiklal Savaşı’nın en son safhası olan Büyük Taarruz 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle başlayan ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıyla Türk yurdunu ve milletini kurtaran büyük bir zafer sürecini işaret etmektedir. Tarih sayfasına şanlı zaferi yazdıran ise Türk askerinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün inanışı, azmi, gücü ve asla boyun eğmeyişi oldu. Kurtuluşun şehri Afyonkarahisar’da başlayan Büyük Taarruz’un anlamı ise başta Afyon halkının hemen sonrasında vatanın her karış toprağından zaferi kutlamaya gelen vatandaşların gözünde bambaşka…

Zafer meşalesinin yakıldığı Afyonkarahisar başta olmak üzere, Akşehir, Şuhut ve Dumlupınar güzergahındaki etkinliklere katılan Türkiye’nin dört bir yanından gelen vatandaşların heyecanından, gururundan bunu anlamak çok zor olmuyor.

Her geçen yıl katılım sayısının arttığı ve geçen yıllara nazaran her defasında farklı ve anlamlı bir atmosfere bürünen Zafer yürüyüşü bu sene de vatan ve millet aşkı ile yola düşen binlerce insanı kucaklayacak. Binlerce vatandaş 25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan (dün gece) gecede vatan için, bayrak için, canını hiçe sayarak Allah Allah edaları ile taarruza geçmeye hazırlanan Türk askerinin yürüdüğü yollardan zafer türküleri ve İstiklal Marşımızı okuyarak yürüyecek. Geçen yıl Sayın Valimiz Kübra Güran Yiğitbaşı bu tür etkinliklerin önemini Şuhut’taki her konuşmasında dile getirerek, özellikle “Tarihte yaşadığımız bu zaferleri ve bu anlamlı günleri daha fazla hatırlamak ve gençlerimize, çocuklarımıza daha fazla anlatmak gayemizi pekiştiriyor” sözüyle açıkça ifade etmişti.

İzmir’den, Kahramanmaraş’tan, Siirt’ten, Muş’tan, Manisa’dan, Sakarya’dan Kütahya’dan ve daha pek çok ilden Zaferin kazanıldığı toprak Afyonkarahisar’a gelen on binlerce vatandaş da çocuklarına anlatmak, büyük coşkuyu evlatlarına aktarmak için orada olduklarını söylediler. Gözlerde gurur, ağızlarda ise tek bir cümle vardı o da: Vatan Sağolsun’du…

Türkiye için tek gerçek var. Vatanı, milleti, bayrağı söz konusu olduğunda bir ve beraber olmaktan kaçınmaması. Bugün bu topraklarda yaşıyor ve bu şanlı zaferi kutlayabiliyorsak bu da Türk askerinin ve Türk milletinin yegane ve bitmeyecek olan inancı ile mümkün kılınmıştır. Ne mutlu bu ülkenin vatandaşı, bu ülkenin evladı, bu ülkenin askeri olana.

 

Bu büyük mücadeleyi, büyük taarruzu gelin tarihin notlarından alalım.

Atatürk Ankara’da işlerini hallederek, 21 Temmuz 1922 akşamı, cepheye hareket etti ve cephe karargâhı Akşehir’e taşındı. Akşehir’de bir toplantı gerçekleştirildi. Bir futbol maçı vesile edilerek, 1. ve 2. Ordu Komutanları Akşehir’e çağırıldı. 28 Temmuz Cuma günü sonrası, komutanlarla son durum değerlendirme toplantısı yapıldı.

Bu toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Cephe Komutanı İsmet İnönü, 1. Ordu Komutanı (Sakallı) Nurettin Paşa, 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ve Batı Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz ve kimi kolordu komutanları katıldılar.

Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, haritanın başına geçti, Batı Cephesi tarafından hazırlanmış ve üzerinde uzun süredir çalışılmış olan planı bir kez daha anlattı. Sözlerinin sonunu şöyle bağladı:

“Aylardır üzerinde çalışılan planın esası, silahça ve sayıca bizden üstün olduğunu bildiğimiz düşmanı, bir darbe ile çökertmektir. Bunu ancak bir baskınla sağlayabiliriz. Bunun için kuvvetimizin büyük kısmını, tam bir gizlilik içinde, Afyon’un güneyinde toplayacağız.”

Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak şöyle devam etti: “Afyon ile 40 kilometre. batısındaki Çiğiltepe arası asıl taarruz cephesidir. Bu cepheye düşmandan üç kat daha fazla kuvvet kaydıracağız. 2. Ordu, karşısındaki düşman kuvvetlerini oyalarken, 1. ve 4. Kolordularımız düşman cephesini yararak, Süvari Kolordusu ile Sincanlı Ovası’na inecekler. Böylece düşmanın İzmir’le her türlü bağlantısını kesmiş olacağız. Düşmanın bu birliklerini çevirip imha ettikten sonra kalan parçaları kolayca yakalar ve yeneriz.”

Bu plan sade, çok etkili, ama o derecede de riskliydi.

—                                                                                   —                                                                                                        —

  1. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın bu plana karşı olduğu biliniyordu. Yakup Şevki Paşa, Harbiye’de strateji öğretmenliği yapmıştı. Bu yüzden hoca diye anılır, düşüncelerine saygı gösterilirdi. Hatta Yakup Şevki Paşa Atatürk’ün de hocasıydı.

Yakup Şevki Paşa,

“Ben düşüncelerimi Cephe Komutanı İsmet Paşa’ya hem yazılı olarak bildirdim hem de söyledim” dedi ve şöyle devam etti,

“Şimdi, izin verirseniz kısaca tekrarlamak istiyorum. Yüz bine yakın insanı, Afyon’un kuzeyinden güneyine kaydıracaksınız ve düşman bunu sezmeyecek. Buna imkân yok! Baskın niteliği kaybolduğu zaman da bu planın anlamı ve değeri kalmaz. Ben bir taburun yerini oynatıyorum, düşman uçağı ertesi sabah bu değişikliği saptıyor.”

Cephe Komutanı İsmet Paşa, buna karşı,

“Düşmanın anlamaması için her önlemi alacağız, merak etmeyin” dedi.

Yakup Şevki Paşa devam etti,

“Ulaşım kollarımız da yetersiz, yürüyen orduya cephane yetiştirebilmeleri mümkün değil.”

Mustafa Kemal Paşa gülerek,

“Biz de cephane ikmalini düşmandan yaparız Paşam,” dedi.

Yakup Şevki Paşa’nın yumuşamaya hiç niyeti yoktu.

“Siperleri yaramayız. Afyon siperlerini de incelettim. Biz burayı öyle bir günde, iki günde yaramayız. Hayal görmeyelim. Ayağı çarıklı askerle, o sarp, vahşi arazide, düşman mevzilerinin ve direnç merkezlerinin karşısında çakılıp kalırız. O zaman ne olacak? Düşmanın ihtiyat kolordusu yetişip savaşa katılacak. Böyle olunca cepheyi yarmaya gücümüz yetmez. Ayrıca düşman savaş sanatı gereği, Afyon’un kuzeyinden Akşehir yönüne doğru saldırıya geçerse bizi iyice güneye atar. Konya yönü açık kalır. Ordu, dava, belki de memleket elden çıkar.”

Mustafa Kemal Paşa ciddiyetle,

“Peki, ne yapmamızı tavsiye edersiniz” diye sordu.

Yakup Şevki Paşa’nın yanıtı şöyleydi:

“Uygun bir yerde cepheden taarruz ederiz. Çekilmeye zorlayamadığımız yerde durur, tekrar hazırlanır, yeniden taarruz ederiz. Böylece tek dayanağımız olan orduyu tehlikeye atmamış oluruz.”

Atatürk’ün

“Bu tarz bir savaşla kesin sonuç alınabilir mi” sorusuna ise Yakup Şevki Paşa şu yanıtı verdi: “Alınamaz, ama yenilsek bile ordu elde kalır.”

Toplantının bu kritik noktasında İsmet Paşa söz aldı:

“Uğraşa uğraşa, ancak bir yılda, düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bunu memleketin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak elde edebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu yüzden bu defa kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum.”

Başkomutan bu sözlere

“Ben de” diyerek katıldı. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da

“Ben de başka çare göremiyorum” dedi.

—                                                                                   —                                                                                                        —

Yakup Şevki Paşa geri çekilmedi, memleket söz konusuydu, samimi konuşuyordu, bir kez daha itiraz etti:

“Yapmayın. Türk milletinin bütün varı bundan ibaret. Askeri, topu, tüfeği cephanesi işte bu kadar… Şimdi siz onu bir noktaya yığarak tehlikeye atıyorsunuz. Buna razı gelemem.”

Mustafa Kemal’in sesi keskinleşti:

“Varımız bundan ibaretse, kesin sonucu bununla almak zorundayız.”

Yakup Şevki Paşa, inandığı görüşü tarih önünde savunuyordu:

“Buna karar verenler tarihe karşı, büyük vebal (günah) altında kalırlar. Adama vatan haini derler. Hepimizi Meclis’in önünde asarlar.”

Mustafa Kemal,

“Korkmayın Paşam. Tarihe ve millete karşı bütün sorumluluk bana aittir” dedi.

Yakup Şevki Paşa’nın görüşü ve ağır sözleri yadırganmamalıdır. Milletin varını yoğunu ortaya koyarak oluşturduğu TBMM ordusunun kaderi söz konusuydu. Kolordu komutanlarından birkaçı da Yakup Şevki Paşa’nın görüşü doğrultusunda düşünce aktardılar. Tam zafer sağlayacak bir saldırı yapılamayacağını belirttiler.

Bu noktada Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, saldırı planının kabul edilmediğini düşünerek

“Güvensizlik doğmuştur.” dedi ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa etmek istedi.

Hava çok gerilmişti. Cephe Komutanı İsmet Paşa ayağa kalktı. Atatürk’e döndü:

“Paşam! Arkadaşımız, izniniz üzerine düşüncelerini serbestçe arz etti. Yoksa Başkomutanımız olarak vereceğiniz her emri tıpkı kendi düşünce ve inancımız gibi canla başla yerine getireceğimizden emin olabilirsiniz.”

Gözler Yakup Şevki Paşa’ya çevrildi. Paşa, önüne bakarak, ağır ağır

“Kaygılarımı korumakla birlikte Başkomutanın vereceği emirlere tereddütsüz uyacağımız tabiidir” dedi.
Gerginlik atlatılmıştı. İsmet Paşa yerine oturdu. Mustafa Kemal Paşa,

“Teşekkür ederim” dedi.

En yaşamsal, en kritik konu çözüme kavuşmuştu.

Bu noktada bu önemli toplantıyı bir kez de İsmet İnönü’nün notlarından görelim.

“Taarruzdan önce Başkomutan ve Fevzi Paşa cepheye geldiler. Bütün komutanlar toplandık ve taarruz planını gözden geçirdik. Yakup Şevki Paşa, bana söylediği ve yazılı olarak bildirdiği itirazlarını tekrarladı. Diyordu ki, ‘Bu düzenlemeyi yapanlar ileride çok sorumlu olurlar. Söktüremezsek her şey kaybolur gider. Bu tehlikeli plandan vazgeçelim.’ Fakat ben sonuç alacağımıza güveniyorum. Görüşmeler oldu, tartışmalar yapıldı, itirazlar üzerinde duruldu, fakat plan kabul edildi. Cephe Komutanı olarak da ordulara bu planın uygulanmasını emrettim.”

—                                                                                   —                                                                                                        —

Büyük Taarruz’a bir gün kala karargâhlar, Kocatepe’nin güneyinde, alanda kurulan çadırlı ordugâha geçtiler. Son emirler bir kez daha denetlendi.

Akşam, Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, çadırlı ordugâh önünde portatif bir masa etrafında toplanarak, sabaha karşı başlayacak saldırı için birliklerden gelen askeri raporları incelediler. Başkomutan, Kocatepe’ye çıkarak birlikleri gözden geçirdi. Başkomutanlığın emriyle, İstanbul ve dış dünya ile her türlü haberleşme kesildi.

Ertesi gün, 26 Ağustos 1922 günü başlayacak büyük saldırı savaşında iki tarafın kuvvet durumları belliydi. Türklerde 2 bin 318 kağnı, 3 bin 141 at arabası ve 1970 öküz arabası vardı.

Cumartesi sabah saat 03.00’te Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa 1. Ordu’nun gözetleme yeri olan Kocatepe’ye geldiler. Saat 04:30 planlanan saldırı sis nedeniyle 1 saat ileriye alınmıştı. Gün ağrırken sabah saat 05.30’da top atışlarıyla saldırı savaşı başladı.

Böylesi destansı durumu anlatmaya tarihin sayfaları yetmez.

—                                                                                   —                                                                                                        —İşte o destansı anı ve Mustafa Kemal’i anlatan dizelerle veda edelim.

“Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu.
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar
O, saati sordu
Paşalar: “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Yüzbaşı sordu:
-Saat kaç?
-Beş
-Yarım saat sonra demek…

Alacakaranlıkta, bir çınar dibinde, beygirin yanında duran sarkık, siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak baktı saatına:
-Beş otuz…
Ve başladı topçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz…”

 

 

 

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Gazete3.com.tr editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle Gazete3 sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz.