İlkokula başlamıştım; birinci sınıftım, Aralık ayının sonlarına gelmiştik. Öğretmenimiz Menduh Büyüktaş, kitabımızdaki Yılbaşı şiirini okumuştu bizlere. Kitabımızdaki şiirin altında, ihtiyar bir adam sırtındaki çuvalın üzerinde gidecek olan yılın rakamlarla adı yazılıyordu. Diğer resim kundaktaki bir bebekti, kundağın üstünde gelecek yeni yılın adı vardı.
Öğretmenim Menduh Büyüktaş, şiiri bitirince beni çağırdı:
“Bu akşam öğretmenler size helva yemeğe geleceğiz! Babana selam söyle, şekeri bizden, unu sizden” dedi. Akşam paydos olunca koşarak eve geldim, babamı sordum anneme. Annem “Biraz sonra gelir, akşam oldu.”
Ben, bize gelecek olan dört öğretmen ve eşlerini nasıl ağırlarız telaşı içinde, yüreğim sıktıkça sıkıyordu!… Durumu babama anlatınca, “Gelsinler bakalım, gelince düşünürüz.” demişti. O akşam şiddetli bir yağışı başlamıştı. Belli bir süre sonra kapımız çalınınca, “Geldiler!” diyerek dış kapıya koşmuştuk, kapı açılınca dört bayan ve çocuklarını gördük! Menduh Öğretmenimizin kız kardeşi Ayşe:
“Öğretmenler kahveye gittiler, Yusuf Çavuş buraya gelsin” dediler.
Ben, öğretmenlerimizin gelmeyişine sevinmiştim. Gelen çocuklarla oyuna dalmıştık. Bilmeceler sorarak belli bir süre eylendik. Sonra yüzük saklama oynadık, el el üstünde, en üstte kimin eli var oyununu sevinç çığlıkları atarak oynamıştık. Biraz sonra annem kavrulmuş nohutları ve kahve değirmenini bize bırakarak, “Nohutları çekin, kavut haline getirin, şu kavanozdaki toz şekeri üzerine dökerek, yeğin diyerek ayrılmıştı yanımızdan.
Nohutları kavut haline getirdik, bolca şekeri üzerine boca ettik, avuç avuç yemiştik, tadı hala damağımda!…
Yatsı namazından sonra belli bir süre geçtikten sonra, babam ve öğretmenlerim geldiler. Öğretmenlerim önce girdiler, arkalarından babam, elinde yuvarlanmış kar topağı ile girdi ve:
“Hanım, öğretmenler helva istiyorlarmış, pekmezi hazırla, kar helvasını karıvereyim.”
Annem büyük bir tencere getirdi, sofra bezini serdi, üzerine sofrayı koydu, tencerenin içine karı bıraktı babam ve annem karın üzerine pekmezi bolca döktü, herkese birer kaşık vererek. “Haydi bismillah!” diyerek kaşıklar tasın içine girdi çıktı, kardan eser kalmadı! Babam:
“Helvayı yediniz, yarın ormana gideceğim, kusura kalmayın!”
Öğretmenim Menduh Büyüktaş:
“Biz kar helvası değil, tel helva yemeye geldik, beş kilo şekeri niye getirdik?”
Annem, unu kavurmuştu kuzinenin üzerinde. Gazocağının üzerine suyu koyup, içine şekeri dökmüştü. Şeker macun hale gelinceye kadar kaynatıldı. Bir tepsiye macun döküldü, halka haline getirildi. Kavrulmuş unu tepsiye dökerek, erkekler tel helva çekmeye başladılar. Döndüre döndüre yapılan çekme ile tel tel, tel helva elde edildi. (Pişmaniye) Misafirler afiyetle yediler, tabii bizde.
Öğretmenlerim, bir helva istemişlerdi, iki helva yiyerek ayrıldılar bizden, geriye bu güzel anı kalmıştı.
Ortaokul ve lise yıllarımda, merkez postane önünde sıra sıra kartpostal sergileri açılırdı. Kimi arkadaşına, kimi sevdiklerine bu kartlara yazarak yeni yıllarını kutlarlardı. Cep telefonları çıkınca mesaj menüsünden mesajlar başlayınca, özene bezene yazılan kartlar kalktı.
Postane önünde tablalar üstüne dizdikleri piyango biletlerini satarlardı satıcılar. Bu sene onlar da yok ortalarda! Sordum, makinaya oynatıyorlarmış şimdi! Güzel kar manzaralı yurdumun resimleri yok artık!
İstanbul’da “Nimet Abla Bayii” en çok isabet eden bayi idi. Yılbaşının yaklaştığı şu günlerde uzun kuyruklar olurdu. Televizyonda gördüm, kimse yoktu. Muhabir oralarda dolaşan bir garibana sordu:
“Bilet almıyor musun?”
“Yılbaşında, zengin olma hayallerimiz vardı, tüpçü onu da çaldı! Alsam bile kendilerine çıkarıyorlar!”
Burada bir piyango fıkrasını anlatıvereyim: garibanın biri Allah’a yalvarıyormuş; yana yakıla…
Meleklerden biri Allah’a: “Bu sene büyük ikramiyeyi bu garibana çıkarın, ağzından alevler çıkıyor, gerçekten ihtiyacı var.” Allah:
“Çıkaracağımda, bilet almıyor!”
Şimdi bilette alsan fayda yok tüpçü varmış! Ben çıkaramadım, siz çıkardınız mı?
Yeni yıl, sizlere sağlık, huzur, mutluluk getirsin. Mutlu kalınız…