Seçim günlerini yaşadığımız şu zaman diliminde, siyasetçiler durmadan koşturuyor!
İki ayrı partinin Grup Başkan vekili aynı bölgede birbirinden habersiz o mahalle, bu sokak derken yolları bir grup gençle karşılaşıyorlar. Siyasetçiler, az veya çok bir kalabalık gördüklerinde hemen, kendi siyasetlerini anlatmak isterler… Hiç sormazlar neden toplandınız, niye bir aradasınız diye!
Televizyonlarda da çıktıkları için isimlerini yazmada bir sakınca yok: AKP Grup Başkanvekili sn. Özlem Zengin ve CHP Grup Başkanvekili Sn. Engin Altay. Bu iki değerli insan dolanmaktan, koşturmaktan öyle yorulmuşlar ki, sanki bağdan bağa, tarladan tarlaya koşturmuşlar gibi, yanmışlar. Bir testinin seri suyu olsa da içsek, ya da söğüt gölgesi olsa, oturup dinlensek, bir nefes alsak ne iyi olur derken gençler onları türkü söylemeye davet ediyorlar!
İkisi de çekinik ve ürkek! Gençler başlıyorlar gitarlarıyla türkünün melodisini çalmaya… İkisi de çöküveriyorlar gençlerin arasına. Gençler:
“Gesi Bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi aranıyorum
Türküsünü söylerken onlarda o havaya kaptırmışlar kendilerini onlarda söylüyor…
Gençler girmeden onlar giriyor şarkının devamına:
Bir çift selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hallarımı söyleyeyim
Halımdan bilmiyor ben o yâri neyleyeyim.”
Televizyonlarda ki bu görüntü bir meltem rüzgarı gibi esiyor, seçmenlerin gönüllerine
doluyor! Öyle huzurlu oluyorlar ki; tarifsiz… Özlem Zengin Hanım, gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınan bir kişi değil. İstanbul Sözleşmesi iptal edilince, “Böyle bahtsız sözleşme görmedim. Hep bir şeylerle imtihan olan sözleşme. Ve devam ediyor bu konuya girdiğiniz zaman sizi bir kuyuya atıyorlar. Müthiş bir saldırı. Herkes kendi mahallesinden konuya yaklaşıyor. Hangisini düzelteyim. Ne İstanbul Sözleşmesi ne 6284 bizi bölebilecek bir konu değil.” Bu dönemde, böyle görüntülere öyle ihtiyacımız var ki, ne desek az gelir. Aynı mahalleyi, aynı sokakları yine dolaşacağız, bir selamı az mı göreceğiz birbirimize. Halk ozanımız Seyrani:
“Sevginin iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş.” diyor.
Benim geçmişte gördüğüm siyasetçileri özlemle hatırlamam hep davranışların yozlaşmasından. Nükteyle birbirilerine takılmaları, şakalaşmaları televizyonların başına kitlerdi bizleri…“Gap’ı ve şapkayı gaptırmam, kadayıfın altı kızardı, limon gibi sıktırmam sizi, pembe panter…” Gibi takılmalar gırla giderdi… Koronadan 5900 vatandaşımızı, depremden 50.000 üzeri insanımız aramızdan ayrıldı! Ölümü bu kadar yakımızda yaşamışız, yine de neyin kavgasını ediyoruz bilen var mı? O zaman düşünüyorum da, “Siyasette espriyi kaybetmişiz, yaşamda hoşgörüyü kaybetmişiz, insani ilişkilerde uzlaşma kültürünü, “Bu seçimlerin sonunda öyle bir yıl olsun ki, Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinde ki gibi:
“Öyle bir yıl olsun ki;
Yaşama sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun
O da gençlerden uzak olsun.”
Mutlu kalınız…
“