Malum, geçtiğimiz hafta “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”ydı. Cami; “toplanılan yer” anlamına geliyor. Yani herkesin gelebildiği toplanabildiği yek vücut olup, “Allahu Ekber” talimatıyla birlikte, itirazsız aynı pozisyonu alabildiği yer. Gönlü imanla dolu olmayanların bile, ziyaret maksatlı girip, sadeliğin muhteşem büyüsüyle yüreklerinin kıpırdadığı, belki birçoklarının Müslümanlığına vesile olmuş mekânlar.
Müminler ise; “Allah Resulü Medine’ye hicretinde camiyi önceledi, evinden bile önde tuttu” diye yüzyıllardır vardıkları topraklarda, az-çok, küçük-büyük demeden, camiler inşa ettiler. Hatta bu camiler topraklardan ziyade, gönüllerde yer buldu. Kimi yürek adeta Ayasofya oldu. Hristiyanlıktan Müslümanlığa dönerek Cennete yelken açtı. Kimi yürekler yüzyıllarca yıkılmayacak, silinmeyecek, unutulmayacak bir mabed gibi, camileri imanla kazıdılar ruhlarına. Sultan Ahmet, Süleymaniye, Selimiye oldular. Ulu Cami, Eyüp Sultan oldular. Lakin her gönül, Mescid-i Nebi olmayı arzuladı belki. Fakat o tekti, arzulanan, istenilen, hep özlenilen mescit olarak kaldı.
Öyle Müslümanlar da vardı ki; camileştiremedikleri kalplerini ölene dek bir yük gibi taşıdılar bedenlerinde. Sıradan, adı duyulmadık meşhur olmayan bir cami bile inşa edemediler gönül topraklarına. Burnumuzun dibindeki minicik bir cami bile, beş vakit dolmasa da, birkaç kulu ağırladı, Cumaları her hafta ağırladı, kabul etti nice canları. Bayramlarda doldu taştı her sene iki kere.
Fakat gönüllerini camileştiremeyenler, kimseleri kabullenemedi sığdıramadılar içlerine! “Sen bana öfkelendin, şunu dedin, bunu yaptın” deyip yıllarca kovdular misafirlerini. Oysa camiler öyle miydi? Günahsız insan aramadılar, hatta Müslüman olmayan bile girebildi görebildi camileri. “Neden geldin” denilmedi kimseye. Sessiz sedasız bir köşede nice yalvarışlara sahne oldu camiler.
Ve onları “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler” sahiplendi hep. Çalıştılar, yaşattılar, doldurdular ve imar ettiler. Camileşen yürekleri de inanıyoruz ki Yüce Mevla sahiplenecektir.
Bu yıl Camiler haftasının konusu; “Şahsiyet inşası”ydı. Burada, şahsiyetlerini henüz inşa etme sürecinde olduklarından dolayı gençlere sözüm: “Ey gençlik! Kendini genç hissedenler! Bencilleşen şu dünyada, herkesin kendi derdine düştüğü, bağların çözüle yazdığı şu vefasız dünyada, sahiplenilmek istiyorsanız eğer; sahiplenin Allah’ın mescitlerini! Sahiplenin ve düşün ardına imanınızın. Sizden bunun çalınmasına izin vermeyin! Şeytanın hırsızlığı başka hırsızlıklara benzemez canlarım. Her şeyiniz çalınmış olsa ne çıkar! İmanı sizden çalamadılar mı korkmayın! İmanınız varsa, Rabbiniz var çünkü. Ve Rabbiniz varsa sizin için her şey var, yok yok. Mevlası olmayan için dünya onun olmuş ne kıymeti var dostlar!
İmanını şeytana kaptırmış gönlü cami ile tanışmamış nice gençler tanıdım ben. Şeytan hiç acımamış doğası gereği. Zamanını, ailesini, organlarını hâsılı madde ve manasını alıp götürmüş, silip süpürmüş gençlerle tanıştım. Kıymış daha 18 inde 20 sinde nicelerine. 3 erkek evladı da dinden çıkmış perişan bir babanın gözyaşlarına şahit oldum. Yıllarca emek vermemiş öğretmemiş, uzak tutmuş camiden ve pişmanlığı fayda vermemiş ona. Bir de Nuh Peygamberin acısı düşüyor aklıma. Tufanda gemiye binmeyen Rabbine ve peygamberine hem de babasına kafa tutan ve helak olup giden bir oğul.
Ve bu hafta din görevlileri haftası aynı zamanda. Din görevlisi midir, gönüllüsü müdür tartışmaları bir yana, hepimiz Müslüman olarak Efendimizin postunda bir mirasçı isek ve bir Muhammed terk-i dünya etse de, milyon Muhammedler yaşıyorsa eğer, bu yaşam, o bir Muhammedi örnekleyen yaşam olsun. Son zamanların moda tabiriyle müminin “yaşam kalitesi” Efendimizi örnekleyebildiği orandadır.
Kendilerini din görevlisi, gönüllüsü her ne ise hisseden hocalar, ana babalar, öğretmenler, stk lar! Ben, nice arifanın, şühedanın medfun bulunduğu manevi iklimlerle yoğrulmuş şu topraklarda, daha 14‘ünde 16’sında, imanını şeytana kaptırmış, anne babası namazlı nice gençlere şahit oldum. Yandım, yıkıldım, bittim. Daha 20 sinde imansızlığın hırpaladığı, yorgun düşmüş nice kalplerle tanıştım. Oradan kaçıp, yuvalarına dönen, cehennem yollarında kaybolmaktan korkan, dilini Kur’an’dan, dudağını zemzemden, ruhunu Mevlasından koparmamaya and içip ağlaya ağlaya şehadet getirerek boynuma sarılan nice gençlerle ağladım. Gözyaşları ümidim oldu. Ve hiç yitirmedim o ümidi. Bir nefeslik bile olsa zamanı kalan, fırsatı elinde olan seksenindeki, imanı genç müminler için bile pişmanlık gözyaşlarının ne kadar güzel olduğunu öğrendim.
Ah! Garip gelen ve garip geçen Din Görevlileri Haftası! İş çok, şeytan bıkmıyor ve hırsızlığa, gönüllerde cami inşaatı varsa, yıkmaya devam ediyor. Hacı Bayram, Emir Sultan Camilerini yapmak belki zor gönüllerde. Ama mahallemizdeki küçük bir cami kadar da mı olamaz yürekler? Öfkesiyle, inadıyla, hasediyle ve her türlü dejenerasyona uğramış günahkâr nefisleri kucaklayın olduğu gibi ne olur yüreklerinizle. Sevin onları, Allah’ın Muhyi (hayat veren) sıfatıyla, her birimizi diriltmesi için dua edin. Çünkü Resul’ün deyişiyle “İman etmeyen cennete giremez, birbirini sevmeyen iman etmiş olamaz.” Değil insanlığı, kendini bile sevememiş, sığ kalmış, zavallı molozları ayıklayarak, devam edelim yüreklerimizde Allah’ın evlerini inşa etmeye.
Ayşegül Müftüoğlu Kurt
İl Müftü Yardımcısı